• Satılık!
  • -20%
Yapı Kredi Yayınları Binbir Gece Masalları 2/2

Yapı Kredi Yayınları Binbir Gece Masalları 2/2

Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Yazar: Âlim Şerif Onaran
ISBN: 9789750803213
Ebat: 13,5 x 21
Sayfa: 380

 

Yüzlerce yıl boyunca, Çin’den Kuzey Afrika’ya uzanan ve Çin, Çin Hindi, Hindistan, İran, Irak, Türkiye, Suriye ve Mısır’ı kapsayan bir alanda anlatılan Binbir Gece Masalları, ilk kez Antoine Galland tarafından düzenlenip Fransızcaya çevrilerek (1704-17, 12 cilt) dünyaya tanıtıldı. Bugüne kadar bellibaşlı bütün dillere çevrilen bu masallar, Galland’dan çok daha öncesinden başlayarak, edebiyattan müziğe, sinemadan baleye kadar bütün alanlarda pek çok sanatçıyı derinliğine etkiledi, defalarca işlendi, yeniden yorumlandı, taklit edildi. Binbir Gece Masalları, sadece insanların düşgücünü ateşlemekle kalmadı; bilinen en eski örneğini oluşturduğu “çerçeve öykü” tekniğiyle de, hem geçmişte hem de günümüzde, dünya edebiyatını en çok etkileyen kitapların başındaki yerini korudu. Alim Şerif Onaran (1921-2000), Binbir Gece Masalları’nı ilk kez tam metin halinde dilimize kazandırdı. Orhan Pamuk, gözden geçirilmiş bu yeni basım için bir sunuş yazdı. Size kalan sadece “Açıl susam açıl!” demek…

     TADIMLIK

İnci Demeti’nin Öyküsü

Ve Şehrazad Şah Şehriyar’a demiş ki:
Bilginlerin salnamelerinde ve geçmişin kitaplarında anlatılır ki, Abbasi hanedanından El-Mütevekkil ile Harun Reşid’in torunlarından altıncı halife Emirü’l-Müminin El-Mutezit Billah yüksek bir ruha sahip olup güzelliklerle, zarafetle, soylulukla, incelikle, yiğitlik, görkemlilik ve de zekâyla donanmış; güçten ve gözüpeklikten yana arslanlara denk olduğu gibi deha derecesine ulaşan ince düşüncesiyle de zamanın en yüce şairlerinden biri sayılırmış. Büyük imparatorluğunun işlerini görmesine yardımcı olması için hükümet merkezi olan Bağdat’ta halkın yararlarını korumak üzere efendileri kadar büyük çaba gösteren yorulmak bilmez bir gayretle donanmış altmış veziri varmış. Böylece görünürde en önemsiz olay bile, saltanatı altında bulunan Şam’ın çöllerinden Magrip’in sınırlarına ve Horasan dağlarından ve Batı Denizi’nden Hindistan ve Afganistan’ın derinliklerindeki sınırlara ulaşan ülkelerde olup biten hiçbir şey ondan gizli kalmazmış.

Bir gün ravilerinden, samimi dostlarından ve içki arkadaşlarından biri olan ve cetlerimizin yadigârı birçok güzel öyküsü ve harika şiirleri ağızdan ağıza dolaşan Ahmed ibni Haldun ile gezerken görkemli ve zarif bir bahçenin orta yerinde uyumlu yapısıyla sahibinin zevkinin inceliğini ortaya koyan bir bina görmüşler. Halife gibi duyarlı gözleri ve uyanık ruhu olanlar için bu bina sözselliğin ta kendisi imiş.

Ve ikisi birlikte evin önündeki mermer sırada oturup gezintilerinin yorgunluğunu, onlara kadar ulaşan ve içlerini zambak ve yasemin kokusuyla dolduran serin yeli soluyarak giderirlerken, birdenbire bahçenin gölgeliklerinden çıkarak önlerinde beliren ayın on dördü kadar güzel iki delikanlı görmüşler. Bunlar, mermer sıraya oturmuş iki yabancının farkına varmaksızın aralarında konuşuyorlarmış. Biri arkadaşına “Dostum, gökler bize, bu harika günün yüzü suyu hürmetine, gelip evimizi ziyaret edecek konuklar sağlasın! Her zaman zevkle ziyafetler verilen ve şahane bir tarzda barındırılan yabancıların ve dostların varlığı söz konusu iken bu yemek saatinde hiçbir kimsenin bulunmayışını görmek çok can sıkıcı!” diyormuş. Öteki de “Kuşkusuz! İlk kez böyle bir şey oluyor; ve efendimiz şölen salonunda tek başına oturuyor; böylesine tatlı bir bahar günü olmasına ve her zaman eyaletlerden ziyaret etmek üzere güzel bahçelerimize gelen bunca kişiye karşın, gezinen hiçbir yabancının dinlenme maksadıyla burayı seçmemesi ne garip!” diye yanıt veriyormuş.

İlk delikanlının bu sözlerini işiten El-Mutezit, sadece, başkentinde konağı bilinmeyen yüksek tabakadan bir kişinin varlığından habersiz olması bir yana, bu kişinin yemek saatlerinde yalnız kalmaktan hoşlanmayacak kadar garip bir yaşam sürdüğünü öğrenmiş olmasından çok şaşırmış ve kendi kendine “Vallahi! Ben halife olarak çoğu zaman kendi başıma kalmaktan hoşlanır ve yanıbaşımda sürekli olarak yabancı bir varlığın kalmasını görmekle en kısa sürede ölecekmiş gibi olurum! Çünkü yalnız kalmanın bazen en değerli şey olduğunu bilirim!” diye düşünmüş.

Sonra sadık sofra arkadaşına dönerek “Ey İbni Haldun, ey bal dilli öykücü, sen ki geçmişin tüm öykülerini bilirsin ve çağımızdaki olaylardan hiçbiri gözünden kaçmaz; bu sarayın sahibinin kim olduğunu bilir misin?” diye sormuş. “Ve de yaşamı tüm öteki kişilerden değişik olan ve görkemli bir yalnızlığa gömülmüş uyruklarımdan biriyle hemencecik tanışmamızın doğru olacağını; ve bunun sana, benim soylu uyruklarımdan birine, onun konuklarına sunduğundan daha da şahane bir cömertlik gösterme fırsatı sağlayacağını düşünmez misin?” diye eklemiş. Öykücü İbni Haldun “Emirü’l-Müminin herhalde bizim de tanımadığımız bu soylu kişiyi ziyaret etmekten pişman olmayacaktır. Madem ki efendimizin arzusu budur; izninizle şu iki delikanlıyı çağırayım ve bu sarayın sahibini ziyaret etmek istediğimizi kendilerine bildireyim!” diye yanıt vermiş. Mermer sıradan kalkmışlar; El-Mutezit âdetine uygun olarak tacir kılığına bürünmüş bulunuyormuş; iki güzel çocuğun önüne çıkmışlar ve İbni Haldun onlara “Tanrı sizinle olsun, ey gençler, haydi gidin de efendinize, iki yabancı tacirin, konutunu ziyaret etme ve kendisine saygılarını sunma dileğinde bulunduğunu söyleyin!” demiş. İki delikanlı da bu sözleri işitir işitmez, konuta doğru sevinerek koşmuşlar; ve biraz sonra, o yerin sahibinin ta kendisi kapının önünde belirmekte gecikmemiş.

Bu, aydınlık yüzlü, yüz çizgileri ince ve narin, görünüşü zarif ve davranışları iyilikle dolu biriymiş...

No reviews
Listeye Eklendi